Nuh'un aile şirketi ve Nuh Tufanı:
![]() |
Sistine Şapeli'ne Michelangelo tarafından resmedilmiş Yaradılış freskinden Nuh Tufan'ı ve yükselen sulardan kaçmaya çalışan insanlar. |
Fi tarihinde bir yerlerde, insanlık Ortadoğu'da Tanrı'ya göre büyük günahları işlemeye ve yoldan sapmaya başladığı tarihlerin birinde, muhtemelen şimdiki Filistin civarlarında, bir yerlerde peygamberlik görevini sürdüren ve yine Adem'in 6. ya da 7. kuşaktan torunu olan, Nuh peygamber'e, Tanrı'nın gazabı bir melek tarafından bildirilmiş ve ona birkaç ay içinde hiç de alışkın olmadığı bir işi bitirmesi görevi verilmişti. Melekler o talihsiz gecede Nuh'a evrendeki -Ortadoğu'yu evren olarak alıyoruz- bütün canlıları -buna bitkiler dahil mi bilemiyorum, o çağda bitkilerin canlı olarak kabul görüp görülmedikleri muallak bir şey- dişi ve erkek olmak üzere ikişer taneyi sığdıracağı büyüklükte bir ahırı olan ve bütün insanlığa bildirdiği Tanrı'nın buyruğuna, iman edenleri de bir üst bölmede seyahat ettirebileceği bir gemi tasarlayıp, inşaa etmesini bildirmişti. Doğrusu bu bakış açısıyla ve dönemin şartları düşünüldüğünde, pek merhametli Tanrı'nın bütün insanlığı bu felaketten haberdar etmesi için seçtiği bir Filistinli'nin, bütün insanlığı geçelim, sadece Ortadoğu'nun uçsuz bucaksız kırsallarında yaşayan insanları bu kadar kısa sürede haberdar edecek bir teknolojiye ve iletişim ağına sahip olmadığı aşikardı. Biraz da kanıtsal konuşacak olursak Homo türlerinin yaklaşık 70 bin yıl önce bütün dünya'ya yayıldığını ve Ortadoğu'yla eş zamanlı bütün tarih devirlerinde başka coğrafyalarda yaşadıklarını biliyoruz. O gün henüz bilmediği gemi mühendisliğini birkaç ay içinde öğrenmesi gereken Nuh'un, ne de olaydan habersiz Orta Amerika'da bir yerlerde patates ekip hasat bekleyen bir Orta Amerika yerlisinin yerinde olmak istemezdim. Tanrı tabii ki vadettiğini her zamanki gibi gerçekleştirdi ve Nuh'un gemiyi bitirdiği günlerin sonunda, ailesinden 3 oğlu ve onların karıları ve Nuh'un karısından oluşan mürettebatın ve tabii ki bir çift örnek teşkil eden hayvanın da yer aldığı gemi yükselen sularla kendini bir anda uçsuz bucaksız denizlerde buldu. O esnalar Nuh'un 4 oğlundan biri olan Ken'an inkarcılardan olmuş ve tarihe adını pek çok ortadoğu hikayesinde olduğu gibi peygamberi reddeden akrabalardan biri örneğini yeniden teşkil etmişti. Yahudi inancı olan Kabbalah'a göre tam 70 gün** ve gece gök yarıldı, yeryüzü yükselen sularla ufuk çizgisiyle tamamen birleşip, mürettebattan kimsenin 'kara göründü kaptaan!' diye sevinemeyeceği düzlüğe ulaştı. 70. günün sonunda yağmur durdu ve sular çekilmeye başladı. O süre zarfında yükselmiş sular bütün her şeyi içine almış, iman etmemiş inkarcıların hepsi ve belki de Nuh'un davet edemediği hiçbir şeyden habersiz Orta Amerikalılar veya Avrupalılar da dahil yeryüzünde sadece birkaç insan ve gemideki bir çift hayvan kalmıştı. Sular yaklaşık olarak, günümüz ölçüsüyle, deniz seviyesinin 6 bin metre üzerine çekildiği ve Nuh'un gemisinde artık insanların yiyebileceği pek az şeyin kaldığı, hicri takvim ve islam inancıyla, Muharrem ayının 10. gününde***, artık ufukta kara görünmeye başlamıştı ve sonunda gemi bu henüz Nuh'un da bilmediği kara parçasına oturmuştu. Bu kara parçası Tevrat'ın Yaratılış bölümünde geçen adıyla Ararat, bizim bildiğimiz adıyla Ağrı Dağı, islam inancına ve Hud suresi 44. ayette geçen "Ve kîle yâ ardubleî mâeki ve yâ semâu akliî ve gîdal mâu ve kudıyel emru vestevet alâl cûdiyyi ve kîle bu'den lil kavmiz zâlimîn" ifadesine göre ise Yukarı Mezopotamya ve şimdiki Şırnak civarlarında bulunan 2 bin rakımlı Cudi Dağı'dır. Zaten birçok insan bu yüzden Şırnak isminin "Şehr-i Nuh" kelimesinden geldiğini iddia etseler de, anlattıkları hikayelere bakılırsa, henüz dünya'da egemen dil İbranice'ydi ve Şehr-i Nuh kelimesinin kökeni olan Arapça Babil Kulesine çok zaman olduğu için ortaya çıkmamıştı. *Türklerin atası olarak atfedilen kişi, Yafes'in oğlu, Taghrama veya Türk kaynaklarınca Çapas'tır. **6, 12, 40, 60, 70, 101, 1001 gibi sayılar Ortadoğu efsanelerinde sık sık tekrar edilen sayılardır. ***Muharrem ayının 10. günü yani aşure günü olarak kültürümüzde ve islam inancında yer eden olay, Nuh'un gemide kalan sınırlı çeşit çeşit erzağı bir kazana döktükten sonra kaynatıp mürettebata dağıtmasına olan inançtan süre gelir.
İnsanoğlunun Adem'den sonraki yeni babaları ve insanoğlunun en büyük lanetlenişi:
Yazının burasında bir paraf atmak isterim, bahsettiğimiz şeyler yani Nuh Tufanı, Nuh veya Ortadoğu inançları yaklaşık olarak 12 bin yıl önce ortaya çıkmış inanç türleridir. Ortadoğu mitlerinin ortaya çıkışı insanın yerleşik hayata geçtiği M.Ö. 10 bin yıllarından sonraya denk gelir. Bu skalada değerlendirirsek, Nuh'un yaşadığı yılları da milattan önce 8 bin yani günümüzden 10 bin yıl önceye endeksleyebiliriz. Ha belki de dersiniz ki bu insanlar anlatılanlardan önce ortaya çıkmışlardı. O halde olayı insanın Ortadoğu'ya ilk ayak bastığı 70 bin yıl önceye sabitleyebiliriz. Olay da anlatılan bölge Anadolu ve Mezopotamya olduğu için coğrafik birkaç bilgi vererek, dağlardaki deniz aşınmalarını ve deniz canlısı bulgularını bu olaya delil gösterenleri düştükleri yaklaşık 2 milyon yıl eksi 70 bin yıllık korkunç tarihsel hesap hatasına açıklık getireyim.
Bundan 2 ila 80 milyon yıl arasında bir yerlerde, 3. jeolojik zamanın sonlarında ve 4. jeolojik zamanın başında tethys denizi tamamen çekilmiş, Anadolu kara parçası yükselmiştir. Dinlerin Nuh Tufanı'na argüman olarak sundukları bu deniz canlılarına ait kalıntılar ve yeryüzü şekillerinde (özellikle dağ ve tepelerdeki) oluşmuş tortular da bu jeolojik zaman geçişlerinde ve anakaranın yükselmesi ve deniz sularının tamamen çekilmesi esnasında (yaklaşık 2 milyon yıl önce) oluşmuştur. Bu arada 2.5 milyon yıl önce yani neredeyse 4. jeolojik zamanın da sonlarına doğru insansı maymunlar ortaya çıkmış ve bilimin homo sapiens'in -zeki insan- ataları olarak kabul ettikleri homo erectus'un -dik insan- da evrilmesi başlamış ve yaklaşık 2 milyon yıl önce atalarımız olan kabul edilen homo erectus da tarih sahnesine çıkmıştır. Bu anlatılanlar aslında bugün tufanı savunan kişilerin büyük bir tarihsel uçurumdan kaynaklanan yanılgı içinde olduklarını gösteriyor.
Hikayemize dönersek, yolculuk artık sona ermiş ve Nuh'un koyduğu katı kurallar sonucu, muhtemelen yolculuğun bilinmeyen uzunluğu ve hamile kalacak bir kadını beslemenin güçlüğü göz önüne alınarak, yetişkin erkekler aylarca gemide karşı cinsle münasebet içine girememişti. Nuh'un 600 yaşında olduğu düşünülürse artık dünyada üremeye elverişli 3 erkek vardı ve doğal olarak kendilerini kalkan yasaklarla da beraber her şeyi yapmaya haklı olarak görüyorlardı. Henüz çocukları olmuş muydu bilinmez ama Nuh'un çocuklarından biri insanlık tarihine kazınacak en büyük hatalardan birini yaparak o güne dek görülmemiş bir kavramın ortaya çıkmasına sebep olmuştu. Kölelik ve üstün insan.
Belki de bu hatayı dünyadaki çok az insandan biri olmanın ukalalığıyla işlemişti. Bilinmez ancak bildiğimiz şey ne Tanrı, ne de Nuh espri kaldıracak mizaçta değillerdi. O hata Nuh'un küçük oğlu Ham'ın babasına, babasının şarapla mest olmuş halde çadırda uyuduğu bir vakitte, yaptığı bir şaka ve kardeşlerinin ona uymamasıydı.
Olay Eski Ahit'teki Tekvin kitabı'nın 9. babında şöyle anlatılır;
18. Ve gemiden çıkan Nuh'un oğulları, Sam ve Ham ve Yafet idile; ve Ham Kenân'ın atasıdır.19. Bu üçü Nuh'un oğulları idiler ve bütün yeryüzüne yayılanlar bunlardan oldu.20. Ve Nuh çiftçi olmaya başladı ve bir bağ dikti;21. ve şaraptan içip sarhoş oldu ve çadırının içinde çıplak oldu.22. Ve Kenân'ın atası olan Ham, babasının çıplaklığını gördü, ve dışarıda iki kardeşine söyledi.23. Ve Sam ile Yafet bir esvap alıp onu kendi iki omuzları üzerine koydular ve geri geri gidip babalarının çıplaklığını örttüler ve yüzleri geri olup babalarının çıplaklığını görmediler.24. Ve Nuh şarabından ayıldı ve küçük oğlunun kendisine yaptığını anladı.25. Ve dedi: Kenân lânetli olsun, kardeşlerine kullar kulu olacaktır.26. Ve dedi: Sam'ın Allah'ı Rab mübarek olsun ve Kenân ona kul olsun.27. Allah Yafet'e genişlik versin ve Sam'ın çadırlarında otursun; ve Kenân ona kul olsun.28. Ve Nuh tufandan sonra üç yüz elli yıl yaşadı.
Bu olay, hristiyan bir kültürde yetişmiş ve bir zaman sonra ülkesi olan portekiz'den din ve tanrı ile ilgili fikirleri ve yazdığı kitaplardan ötürü def edilip kanarya adaları'nda hayatına devam etmiş 20. yüzyılın büyük yazarlarından Jose Saramago'nun yazdığı son kitabı olan caim -kabil- isimli kitabında ise şöyle yer etmiştir;
"Çadırda çırılçıplak yatan bir adam vardı ve bu adam sarhoşluğun derin bir uykuya gömdüğü Nuh'tu. Başka bir adam onunla tensel bir ilişkiye girmeye çalışıyordu ve bu adam, küçük oğlu Ham'dı, o da Kenan'ın babasıydı.* Ham kendi babasını çıplak gördü; çadırda uygunsuz vaziyette ayıplanacak şekilde olup biteni tasvir etmenin en kısa ve az çok ölçülü şekli budur. Bununla birlikte, en kötüsü oldu ve suçlu çocuk her şeyi kardeşleri Sam ve Yafet'e anlattı, onlar çadırın dışındaydılar, ama onlar, merhamet göstererek, ellerine bir palto aldılar ve paltoyu kaldırarak, çıplaklığını görmeyecek şekilde sırtlarını dönüp, babalarına yaklaştılar. Nuh uyandığında Ham'ın kendisini maruz bıraktığı hakareti fark ettiğinde, daha sonra bütün Kenan halkının üzerine çökecek laneti onun oğluna yönelterek şöyle diyecektir, Kenan lanetli olsun, kardeşlerine kul olsun, benim efendi'm tanrı Sam'ı takdir etsin, ve Kenan ona kul olsun, tanrı Yafet'e genişlik versin, onun soyundan gelenler Sam'ınkilerle birlikte otursun ve Kenan ona kul olsun."*Yazarın anlattığının aksine hristiyan kaynaklarında Ken'an, Ham'ın oğlu değil kardeşi yani Nuh'un torunu değil oğlu olarak kabul edilir. Buradaki Kenan yazının ilk kısmında bahsettiğim Kenan diyarı da olabilir ayrıca, çünkü Nuh'un oğlu Ken'an kendine kutsal kitaplarda genelde Yam ismiyle yer bulmuştur. Bu yaşananlardan sonra hristiyan inancı ve dünya'nın kaderi tamamen değişmişti. Artık Sam'ın soyundan gelenler, yani Araplar, Ibraniler ve Fars halkları Nuh'un duası ve Tanrı'nın buyruğuyla üstün halklar, Yafes'in torunları Sam'ın torunlarıyla hükmetmeye haiz bir diğer üstünler ve son olarak talihsiz doğacak olan Ham'ın torunları, kısaca Afrikalılar, ise köleler olmuşlardı. Peki bu mitler ve efsaneler dünya ve insanlık tarihine ne gibi büyük etkilerde bulunmuşlardı.
Tarihten günümüze bir lanet: Köleliği Tanrı'ya dayanan insanlar:
![]() |
1950'lilerde aynı musluktan su içmeleri bile yasak olan Sam'ın üstün torunları ve Ham'ın köle torunlarını ayıran lavabolar. ABD |
Tarih artık insanoğlunun görmediği bir vahşete ve hiyerarşiye tanıklık etmeye başlamıştı. Sam ve Yafes Ham'ı ezik görmüş veya hor görmüşler midir bilinmez ancak bilinen o ki, insanoğlu daha önce kabile içindeki hiyerarşinin çok ötesinde yeni bir kavramla yüz yüzeydi. Bunun adı artık kölelikti.
İnsanlığın geçtiğimiz binlerce yılı hakkında çok az yazılı belge olduğundan ancak anlatılanlar ve birkaç günümüze gelmiş yazılı metinle yazıya devam edeceğim.
Nuh'tan binlerce yıl sonra Nil havzasında, henüz Babil İmparatorluğu ve meşhur Babil Kulesi yüksele durmaya yeni başlayacakken, bütün görkemleriyle Mısır piramitleri yükselmeye M.Ö. 3 bin yıllarında dünya'nın çeşitli yerlerinden toplanmış köle insanların omuzlarından yükselmeye başlamıştı bile ancak henüz, toplum dışında, üstün insanların yazılı veya sözlü bir kaynakta kanun güvenceleri yoktu.
Bilinen ilk asiller ve köleler ayrımı kendine tarihte, muhtemelen Nuh'tan binlerce yıl sonra, Hammurabi kanunlarında apaçık yer bulmuştu. Günümüzde Irak sınırlarında bulunan ve tarihin ilk görkemli imparatorluklarından biri olan Babil İmparatorluğu'nun kralı (M.Ö 2 bin), kendine Tanrı Marduk tarafından verilmiş olduğunu iddia ettiği yetkiyle tarihe Hammurabi kanunları (literatürde kabul gören adıyla; Babylon Laws) olarak geçen 282 maddelik kanunları babilce yazıya döktürmüştü. Bu kanunların en ilginç yanlarından biri de, ilk defa kanunsal olarak üstün insan ve kölelerden bahsediyor oluşlarıydı. Babil kanunlarında üstün ve köle kavramı ve aralarındaki ayrımlar kendine şöyle yer ediniyordu;
"196. Eğer üstün bir insan başka bir üstün insanın gözünü kör ederse, onun da gözü kör edilmelidir.
197. Eğer başka bir üstün insanın kemiğini kırarsa, onun da kemiği kırılmalıdır.
198. Eğer sıradan bir insanın gözünü kör eder veya kemiğini kırarsa 60 şekel* ağırlığında gümüş ödemelidir.
199. Eğer üstün insan sıradan kölesinin gözünü kör eder veya kemiğini kırarsa kölenin ağırlığının gümüş cinsinden değerinin yarısını ödemelidir."*Şekel günümüzde İsrail Devleti'nin de para birimi olan ve tarihte ağırlık ölçüsü olarak da kullanılmış bir birimdir.O günün ağırlık ölçütünü çok araştırdım ama bulamadım. Şekel'in ise yaklaşık 8.33 gram gümüş olduğu söylenir. **Hammurabi kanunlarında ayrıca erkek/kadın gibi ayrımlar da vardır. Örneğin sıradan erkek 60 şekel iken, sıradan kadın 30 şekel değerindeydi. Artık üstün insan ve köle insan kavramı meşrulaşmış ve kendine tanrısal birer dayanak da bulmuştu. Hammurabi'den yaklaşık 1.500 yıl sonra Yunan yarımadasının büyük filozoflarından Aristoteles işi daha ileri bir boyuta taşımayı kendine görev edinircesine, "kölelerin kötü bir doğaları, özgür insanların ise özgür bir doğaları" olduğu kanaatine taşımıştır. Bu artık lanetten de öteye taşınmış bir inanç olarak insanlarca kanıksanmaya başlanmıştı. Onlar artık sadece lanetli değil, kötü, kafaları özgür insana göre pek çalışmayan, pis kokan ve köle olarak yaratılmış ikinci sınıf insanlardı. Yüzyıllar yüzyılları kovaladı ve bu esnada Ham'ın koyu renkli torunlarının hikayeleri dilden dile aktarıldı. Koyu insanlar sadece Sam'ın ve Yafes'in torunu olduklarını iddia eden beyazların ulaşamadığı yerlerde yalnızca özgürce yaşayabiliyorlardı. Ama anlaşılan o ki, Tanrı'nın tıpkı dedelerine Tufan'dan haber vermediği gibi her şeyden bihaber Amerikalılarla görülecek bir hesabı daha vardı. Zira onlar da koyu renkliydiler ve Ham'ın torunlarından biri olmaları muhtemeldi. Artık takvim 15. yüzyılı gösterdiğinde kutsanmış üstün Sam'ın torunları denizleri aşmaya başlamıştı. Amerika kıtasında koloniler kurmuş, yerli halki kılıçtan geçirmemiş, yerine tüfekle kurşuna dizmişti. Giderken yanlarında tanrılarını da götürmüş ve bütün Amerika kıtasına hıristiyanlığı yaymışlardı. Sanayi devriminin de patlaması ve Amerika'nın yeni dünya olarak parlamasıyla beraber işçi ve iş gücü gereksinimi artmış. Çare olarak köle pazarlarının ucuz olduğu Afrika ve Ortadoğulular'ın ellerindeki Hintli ve Afrikalı köleler görülmüştü. Bu esnalarda milyonlarca Afrikalı ucuz köle Amerika kıtasına taşınmıştır. 1776 yılında imzalananan ve Amerikan Bağımsızlık Bildirgesinde bütün insanların eşit oldukları ve kölelik kavramının olmadığı kabul görmüştür. Ancak Avrupalı tüccarlar 200 yıl kadar pek de bu kanunlara tabi gibi davranmadılar. Amerika'yı yerlilerle beraber oluşturan Avrupalı işçiler o zamanlar kölelik kavramına ve üstün insan olduklarına pek de vakıf değillerdi. İş gücünden ve çalışma süresinden kazanmak ve işçi masrafını da düşürmek isteyen Avrupalı tüccarların aklına eski bir hikaye gelmişti tam da burada. Günden güne artan Afrikalı işçiler beraberlerinde yüzyıllardır misyonerlerin kafalarına kaktıkları hikayeleri ve lanetleriyle beraber Amerika kıtasına da adım atmışlardı. Hatta Amerikalı işverenler işi ileri boyuta taşımış, artık bilimsel kölelik propagandası yapmaya başlamışlardı. Biyologlar Siyahi işçilerin Beyazlar'dan daha aptal olduklarını ve çalışmaya, ağır yük taşımaya daha uygun olduklarını genetiklerine dayandırıyor, doktorlar ise koyu renkli bu insanların büyük hastalıklara sahip olduklarını bu yüzden de beyazların onlardan uzak durması gerektiğini söylüyordu. Onlarca yılın sonunda beyazlar ve siyahiler arasında binlerce uçurum oluşmuştu. Abd'de dünyaya gözünü açan bir beyaz çocuk, beyazlara ait okullarda okuyor, beyazlara ait çeşmelerden su içiyor ve yine beyaz babasının kendisininkine benzeyen imkanlar sonucu kazandığı parayı harcıyordu. Muhtemelen aynı dönemde doğmuş bir siyahi çocuk ise hayatını bir çiftlikte köle olarak yaşamaya devam ediyor, bu yüzden de günden güne toplumda siyahi imajının aptal olduğuna dair bir kanı yerleşiyordu. Beyazlara göre siyahlar, Ham'ın torunu oldukları için lanetlenmiş, kötü kokan, aptal, hastalıklı ve sadece çalışmayı becerebilecek insanlardı. Bu yaşantı bir süre istemeseniz de okuyan siyahi'ye nadir rastlandığından ve zulme dayanamayan siyahilerin isyanlarından mantıklı ve tanrısal bir dayanağa da sahip olmuştu. Siyahiler okuyamıyor, insan yerine nadiren konuluyor ve işçilik dışında masa başında veya kitapla ilgili bir işe ise eğer çok şanslılarsa ve eğer okuyacak ve büyüdükleri imansızlıklarla dolu çevreden sıyrılabilecek bir yeteneğe sahiplerse kurtulabiliyorlardı. Bunlar da yetmiyor, ön yargılar okumuş siyahilere bile çok az iş imkanı sağlıyordu. Abd tam anlamıyla yasal olarak bu ayrımcılığa ancak 20. yüzyılın ortalarından sonra 1964 yılında, Martin L. King gibi düşünce önderlerinin zoruyla imzalanan Medeni Haklar Yasası ile,"siyah ırka mensup kişilere okullarda, kamusal alanlarda ve işe alımda yapılan negatif ayrımcılığın yasaklanmasını" içeren kanunla son vermiştir. Ne yazık ki yasalar her zaman Tanrı'nın kanunlarının önüne geçemez. Yasal olarak bugün Abd eşit bir ülke olsa bile yüzlerce yılın toplumsal birikintisi halen kafalarda devam etmekte. Hala nüfusun yoksul ve okumamış kesminin çoğunluğunu siyahiler oluşturuyor. Bunu bir defa imkansızlık içinde hayata atılmış kişilerin kısırdöngüsü olarak açıklayabiliriz. Herkesin malumudur, sistem içinde zengin ve imkanı olan ailede doğan insanın çocuğu da genelde zengin ve imkanlı bir şekilde hayata başlar ancak ghetto denen kültürde yaşamaya başlamış fakir aile çocuklarından sınıf atamalarını beklemek haksızlık olur. Tarihten notlarla açıklayacak olursak, Ham'ın torunları oldukları düşünülen, Afrikalılar yüzyıllarca Fransız ve İngilizler tarafından sömürüldüler, ismi bile Güney Afrika Cumhuriyeti olan devletin 1994 yılına kadar yasalarca siyah/beyaz eşitliği ve siyahi bir lideri olmamıştı. Bir diğer torunlardan Berberiler, yine yüzyıllarca Afrika'nın kuzeyinde Fransız sömürgesi ile karşı karşıya kalmışlardı. Beri yanda diğer torun Hintliler, 1948 yılına kadar İngiliz İmparatorluğu'nun sömürgesiydi. Günümüzde ise Abd'de nüfusun %40'ını oluşturan siyahiler 250 yıla yakın Abd tarihinde sadece 1 siyahi başkanla temsil edilmişlerdir. Abd'deki 18-30 yaş arası siyahi erkeklerin 3'te 1'i işledikleri suçlardan ötürü şu an ya hapisteler ya da en az bir defa hapse düşmüşlerdir. Nuh öfkeyle ve alkolün etkisiyle kısacık bir zamanda ağzından birkaç hiddetli sözü kaçırmış olsa da, hikayeyi rivayet edenler ve hikayeyi lehine kullanmayı bilenler bunu binlerce yıl kulaktan kulağa anlatıp, binlerce yıllık aşılmaz düzenler kurgulamışlardı.
***
Bu hikaye kölelerin ve üstün insanın, benim bakış açılarım ve bilgilerim doğrultusundaki, kan ve güç dolu hikayesiydi. Bana katlandığınız için teşekkürler :)
***
Not: Bu yazıda geçen bütün bilimsel veriler birkaç kitap ve onlarca internet sitesinden teyit edilmiş gerçek verilerdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder